8 Temmuz 2013 Pazartesi

"Roma'yı gör de öl, Gökova'yı gör de yaşa"

Yaşamının önemli kısmını Ege kıyılarında geçirip, yine bu kıyılarla ilgili pek çok eser veren Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı “Roma’yı gör de öl, Gökova’yı gör de yaşa” der. Gökova Körfezi’ni ve onun merkezi sayılan Akyaka’nın güzelliğini anlatmak için bundan başka söze gerek yok aslında. 



Muğla’dan turizmin gözde yerleşimlerine doğru devam eden yolda, muhteşem bir manzara çıkar karşınıza. Sakar Dağı’ndan kıvrıla kıvrıla kıyıya inerken Gökova Körfezi tüm ihtişamı ve çekiciliğiyle eşlik eder tatilcilere. Genellikle Marmaris, Bodrum ve Fethiye gibi ünü sınırlarımızı aşan merkezlere giden yolcular, Gökova’ya sadece bakıp geçerler. Bu nedenle de uzun yıllar saklı kalan Gökova Körfezi ve Akyaka, her anlamda kendini korumayı başarmış. 
Denize akan dağlar nedeniyle kıyılarında düz alan bulunmaması bölgeyi talandan bir ölçüde korumuş. Ama buraları asıl koruyan sanırım Nail Çakırhan’ın mimari başarısı olmuş. Mimari eğitimi olmayan ancak projesini çizip kendi için buralı ustalara yaptırdığı Ula Evi, 1983 yılında Uluslararası Ağahan Mimarlık Ödülü’nü kazanmış. İslam ülkelerinin mimari eserlerine her yıl verilen, son derece prestijli bu ödül sayesinde bölgenin mimarisine dikkat çekerek, korunması için çalışmalara başlanmış. 1988 yılında “Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş. Böylece 80’li yılların ikinci yarısında başlayıp 90’lı yıllarda ivme kazanan kıyı talanlarında da kurtulmayı başarmış.
Her ne kadar mimar olmasa da, 1992 yılında, “Mimarlığa Katkı Ödülü” İstanbul Mimarlar Odası tarafından Nail Çakırhan’a verilmiş. Kendi evinden başka, yerel ustalarla birlikte, birçok ev ve otel projesini hayata geçirerek bugünkü Akyaka’nın mimari ruhunun ortaya çıkmasını sağlamış. Bugün Akyaka evlerinin “Çakırhan Mimarisi” ile tanınmasının nedeni de, kendini Gökova’ya adayan ve onu kem ellerden koruyan Nail Çakırhan’a bir gönül borcu olsa gerek.



Sakar Geçidi'nden Akyaka görünüşü...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder